Resital
Sabah kalkıp havaalanına giderim
Check-in’di pasaport kontrolüydü her birinden geçip
Telaşlı bir “airport-cafe”de kahvemi içerim hızlıca
Vakti geldiğinde uçağıma binerim
Birkaç saat sonra indiğimde
Başka iklimde başka dilin konuşulduğu bir ülkede
Yine pasaport kontrolüydü bavuldu derken
Arabayla otelime geçerim
Öğle yemeğini yalnız başıma yer
Birkaç saat kafamı dinlerim
Akşamüstü saat beş gibi konser salonuna geçmiş olurum
Hiç bilmediğim bir piyanoya alışmaya çalışırım bir iki saat içinde
Orada iki insan vardır:
Akortçu ve ışıkçı
Tanımadığım adamlardır bunlar
Onlarla genellikle “Merhaba, nasılsınız?” türünden beş altı kelime konuşulur
Bunlar zaten o gün ağzımdan çıkan ilk laflardır
Konsere yakın saatlerde
Yedi ile sekiz arası
Kuliste herkesten her şeyden uzak bir başıma içime dalarım
Saat tam sekizde
Ki o hep sekizi üç veya beş geçedir
Karanlık ve sessiz kuliste hazırımdır artık
Salonda beni dinlemeye gelmiş 2.500 kişi de sessiz ve hazırdır
Işıklar kısıldığında yürümeye başlarım piyanoya doğru
Her konser gibi
O konser de benim kendimle alışverişimdir
Bir iç hesaplaşmadır
Yapmak istediklerim ve yapabileceklerim hakkında
O gün o şartlarda yapabileceğim ne varsa
Uzun ve saygıyla selam verirken salona
Son yedi yıldır yaptığım gibi
Tıpkı bir dua okur gibi seslenirim kendime
Saygıyla eğil
Uzun uzun saygıyla
Sevgiyle
İçtenlikle
Bu güzel insanlara iç sesini sunmaya geldin
Onlar da seni dinlemeye geldi
İçine çek onları
En derinden hissedecek kadar içine çek
“İyi”yi hisset
Ve başlar konser
Çalan benim
Dinleyen benim
Değerlendiren benim
Eleştiren benim
Müzik her şeydir
İnsan da ilhamıdır
Ön sırada oturan yedi yaşındaki papyonlu bir oğlan çocuğu beni ateşlemiştir
Müzik ona hitap etmelidir
Eğlenmelidir o sırada çalan Mozart ile
O velet anlamalıdır müziğin dilini
Evrendeki tek ortak dili
Haz duymalıdır
Dikkatini çekmeliyim onun
Anlaması, haz duyabilmesi için
Yahut yukarı balkonda oturan şu genç kadın
Dördüncü sırada beni dikkatle dinleyen şu yaşlı dede
Kim bilir hangi anılara dalıp gitmekte hayatının sonbaharında
Mozart’ın seslerini dinlerken
1942’deki ilk aşkı mı, 1955’de annesini yitirişi mi, 1963’deki düğünü mü?
1996’da eşini kaybetmesi mi?
Bir tatil kasabasında başka bir kadına duyduğu platonik aşk mı?
O anılara ben de katılmalıyım Mozart eşliğinde
Beethoven’den “yaşam mücadelesi”yle dolu bir sonat gelir ardından belki
Veya o gün Prokofyev’in “savaş sonatı” vardır programda
Ve ben ne yapıp edip
İkinci Dünya Savaşı trajedisine dalmalıyım
O müzik eşliğinde
Liszt’in Si minör Sonatı da olabilir programda
Faust ile Mefisto arasında geçen
Koca bir orkestraya dönüşür piyanom
Gerçeğin çok ötesine bir Wagner operasının hayal âlemine dalmalıyım
İçimi dinlemeliler
Her ne çalarsam çalayım
İç zengindir
Trombonların öfkeli emirleri
Trompetlerin dramatik sinyalleri
Geniş bir yaylı sazlar topluluğunun
Sessiz ve de hazin tınısı kaplıyor ortalığı
Hepsi tek bir gerçeğe çıkıyor
Piyano sesinin yok olduğu bu orkestrada
Memleketimden bir tutam toprak alıp getirmişim gibi gelir
“Aşık Veysel Anısına Kara Toprak” o konserin sonunda
Bir “nostalji” gibidir
Neredeysem artık o anda
Sesimi yolluyorumdur Anadolu’ya ta uzaklardan
Konser bitiminde
Güzel geçtiyse her şey
Uzun uzun ayakta alkışlarlar
O anlar artık daha çok kendimle konuştuğum anlardır
“Şöyle bir bis parçası çalsam hoşlanırlar herhalde” deyip keyiflenirim
Ne çalsam iyi gider?
Bir egodur o
Bir zafer sarhoşluğu
“Hak edilmemiş” değildir ama
Yürüyüşler, selam verişler daha bir enerji doludur
Daha bir atiğimdir
Kazanılmış olan motivasyonun etkisiyle
Çalışım daha bir özgürdür artık
Konserden sonra kayıtlarımı imzalar tebrikleri kabul ederim:
Danke, thanks, merci, grazie, arigato, sağolun…
Tek kelime ile teşekkür ederim beni kutlayanlara
O akşam ağzımdan çıkan kelime yirmiyi bulmuştur ancak
Derken her şey biter
Ben ve 2.500 kişiden arda kalan yine yalnızca benimdir
Yalnızlığımdır
Ertesi sabah
Konserim hakkında çıkmış övgü dolu yazılara yer verilmiş gazetelerin
Henüz bayilere ulaşmadığı bir şafak vakti
Ben yine havaalanının yolunu tutarım
2.500 insanı ardımda bırakıp
Onlar şimdi herhalde konseri dostlarına anlatmakla meşgullerdir
Oysa ben o insanların hiçbiriyle bir cafe’de oturup tanışamadım
Konserim üzerine hiç kimseyle konuşamadan
Ayrılıyorum bir şehirden daha
Havaalanında o sırada soğuk suyla tıraş olup saçımı tarıyorum
Bunun çok benzeri bir başka gün daha beni bekliyor
Metin Altıok’un Bingöl’deyken yazdığı serzeniş şiirini hatırlıyorum:
Ay dokundu omuzuma irkildim
Göğün puslu balkonunda
Birdenbire insanları özledim
Günler ve günler sonra
Bir gece karanlığında
Kapıyı çekip çıktığım evime geri döndüğümde
100.000 insana müzik dinletmiş birinin yorgunluğu vardır üzerimde
Ama mutluyumdur aslında
O insanların hiçbirinin adını değil belki ama o enerjiyi biliyorum
İnsanların evrene yaydığı o “iyi” enerjiyi
Geriye kalan sadece kızım ve ben
Ve tabii en yakınlarım
Yani dostlarımdır
Ekleyen : Yalnızlık Senfonisi