KALACA(K) ARA(N)LIK
Üstüne sinmesini beklemeden, gitmek en iyisi bir şehirden
Hayatla bağlarını koparacağını hissettiğinde durursa an
Dünyadan önce dönmene izin verirse biri
Yaşayan onca insana rağmen esir olduysan kırmızılar içinde bir dilbere
Güzel, zarif parmakları varsa bir de, gitmek en iyisi bir şehirden
Bakıp da görmezken o, sen siyah puslu bir taşa aldandıysan
Yalnızlığına sığınma, daha ne öğretecek sana?
Diyemeden uzaklaşmak zorunda kalacaksan…
Bir İspanyol meyhanesi, güzel kadın ve sen,
Mutluluk denilen “la alegria” uğramamış sana,
Parçaya kattığın hüznü okuyan dilin değil gözlerin,
Kendine söz geçiremeyen sızılı kadın,
Bakalım huzur bulacağın bir yer yaratabilecek mi parmakların?
Kaçında mutlu olacaksın, kaçından pişman tanıştıklarının
Sormaya gerek bile yok hala yalnızsın senin için ölmeye hazır onca adımdan…
Kopmaya çalıştığın daha eskilerde bir salkımsa,
Kesecek kadar güçlü değilse bileklerin
Ve hala sıkıntıdaysa yüreğin
Onu bekleme lütfen o yok, öldü, dediğin gibi öldü.
Onu sen öldürmedin, ben öldürmek isterdim ama geç idi vakit;
Sen karanlığın içinde bir kaybolup bir yanan ışığındasın dünyanın,
Bense o sigaranın bir nefeslik dumanı,
İçine çekemediğin, bir türlü sende kalamayan
O kısa duman aralığı olmayı bile ne çok istedim…
Ardımda bir şey bırakmadım bilesin
Kimden diye düşünme pencerenin altındaki su dolu kova, bu eski dosya, kenarı kıvrılmış örtü…
Tanımak için izsiz, habersiz, görüşmeden, hesapsız gidiyorum;
Ne ekmek arasında resmin,
Ne ucunda hecelerin esmer kaplar, içi boş
Ne sevdalı türkülerde kalan güzel hatlar…
Yeni bir şarkıda ispiyonlandığın güne inat yürümeyi beceremeyen umut
Uçan kelebeğe ait gri denizler
Kıyındaydım tuzlarınla sendelerken ayaklarım,
Hep bir karşılığı olmalı, karşılaştığım insanların
Bilmediğin kıyılarını keşfettim zamanın.