Dudağında mührü var ‘sus’ denilen sırrının
Bedenin renkli olsa da bitiş yorgunluğunda zarfın.
Hoşça kal hükmen yenik orman, merhaba toz yığınları
Nereye gidiyordu da dinlenmeyi seçti gökkuşağı?
İçini karaladı bitti kalem, aşındı yüzyıllık uykusunda kağıt
Bağırmaktan sesi kısıldı kargaların…
Gün dönmüş yine, gözünü dikmiş ağaç işlek kente.
Beklerken üşü(t)müş hayat, sözü dilimlemiş saatlerle.
Kırgın bir gecenin koynundan yeni çıkmış sabah,
Yetişiyor insanlar, yokuş aşağı gökdelenin gövdesine
Oyalanmış, bekletilmiş, harmanlanmış düşleriyle.
Gözü üzerinde, kelimelerini özenle seçtiğin yalnızlığının…
Mürekkebinde sureti var parmaklarının… Ucu bucağı göl… Serin
Kalemi tutuşundan tanıdım, arada siyaha kaçan tonun şimdilerde mavi
Mevsimiyle barışan dünyanda hava ılıksa da…
Sus pus.
“Sus(lu) Pus(lu)” için bir yorum