Gazoz Kapaklı Şiir

Rayların üzerine bıraktığım
Gazoz kapaklarını
Dümdüz ederken
İçimden geçen trenler,
Vagonlar dizlerini alıp
Başımın altından
Nereye gittiler ?

Canımın yanmışlığı varsa da
İçinden senin
İnmediğin vagonlarda,
Beni boşver.
Dizlerin olmasa da
Başımı soğuk bir tren rayında
Unutmuşluğum var.
Beni Öldür!
İçinden geçmiyorsam
Eskisi kadar,
Sabahları içtiğin
İlk kahve kadar özlenmiyorsam
Ve artık cebinde taşımıyorsan
Yazdığım hikayeyi..

Olsun
Benim sana
Gazoz kapaklarından
Bu şiiri yazmışlığım var.. .

 

 

Yar’a

Ruhundaki bütün yaralara kabuk bağlayıp
Gülüşünü incitmeden öylece yaşamak gibi
Mülteci fikirlerim vardı.
Ama anladım ki,
Kendi yarasına
Kabuk bağlayamıyor insan.

 

Seni tok karına özlemenin reçeteme yazıldığı zamanlardı. Sonrasında nasıl bağımlılık yaptığı konusunda hiç girmeyeceğim ki ben o zamanlar hiç okuyamadığın morfin kokulu şiirlere kan bağışı yapmak gibi haybeden uğraşlar edinmiştim. Sonra beni sevmeye başlamıştın. Sen, kendi mezar taşına sadece yüzyirmiyedi adım uzaklıkta yaşayan bir adamı sevmeye başlamıştın. Yazdıklarını sadece ölülerin anladığı, bu yüzden  cesedinin şimdikinden daha sempatik durduğunu düşünen bir adamı..

Kırılganlığımı İsviçreli bilim adamlarına emanet ettim, senden haberleri yoktu. Senden kimsenin haberi yoktu. Benim bile haberim yoktu. Bir gün “ben geldim” dedin. O kadar yalnızdım ki göz gözü görmüyordu. Beni kimsenin hiçbir zaman bulamayacağını sanıp, karanlık bir mağaraya dönüşmüştüm. Bunu da kendime o kadar çok yakıştırmıştım ki benden başka bir şey olmazdı. Olmadı da zaten. Olmasını çok istedim ama. Yoksa bin yıllık sessizliğimi bozup “hoş geldin” der miydim sana.. Dokunmadın hiç duvarlarıma. “burası neden bu kadar karanlık” demedin, sorgulamadın. Karanlık bir mağara ne kadar değişebilirdi ki. Dokunmadın.. Dokunsaydın belki değişirdim. anlatacağım o kadar çok şeyim vardı ki. Kelimelerle değil ama, hayır kelimeler olmaz, biliyorsun kelimeler ruhsuz. Kelimeler inan bana bir mağaradan daha ruhsuz.

Duvarlarımda milattan önce kalma soru işaretleri. Bir de senin yüzün sadece. çiviyle kazınmış muhtemel. Duvarların yaralanma şeklidir bu. Silemiyorsun. Karanlık kalmayı becerebildim sadece. Değiştiremesem de anlayabiliyordum. Her anladığımda sen gitmiş oluyordun.

http://fizy.com/#s/1ai9u2

Tanrıyı Ödemeli Arama Seansları

Tanrım, içimde bir kaynama noktası almış başını gidiyor, üstelik fahrenayt. Sen şimdi Nil nehrini alsan içimden geçirsen, Geçirsen ama bir sorunumuz var; ben yüzme bilmiyorum.Tanrım iyisi mi sen beni unut… Ben çocukları çok severim. Bir çocuğum olursa eğer tanrım söz veriyorum çocuk esirgeme kurumuna bağışlayacağım. Ben çocukları çok severim biliyorsun sen de. Tanrım kızı bırak gitsin senin sorunun benimle. Tanrım, onun “gözleri hala çocuk”, gülüşü cennet il sınırı. Ona gözün gibi bak, ben sana başka dillerde dualar edeyim. Hem, dua edecek kadar ingilizce biliyorum ben. İlk emrin Aşk idi öyle buyurmuştun kil tabletlerde. Ben bunu sonradan öğrendim. Sonradan öğrendim diyorum çünkü ben o zamanlar okuma yazma bilmiyordum. Zaten babam da beni okula bir sene geç yazdırmış… Tanrım ben kapatayım sen ara daha söyleyeceklerim vardı. Çok yazmasın şimdi bana, aşk olsun hem seninki şirket hattı.

Tanrım kızı bir görseydin bana hak verirdin

Ben Seni Ellerim Olmadan da Sevebilirim

J’ye..

Sen bu yazıyı okuduğunda…
Ben fazla uzağa gitmiş olmayacağım.
En fazla;
dokunabilmek için dudaklarına,
yalnızken söylediğin o şarkıda,
sessiz bir harf olarak kalacağım.
Anla.
Benim ela bir denizden
ve bütün alfabeyi anlamsız kılan isminden başka
sığınacak bir yerim yok.

Yanmaya ellerimden başlıyorum. Sana dokunamadığım yerlerimden. Yanımda olsan, özledim seni diyebilecek kadar bakabilmeyi öğretmiştim gözlerime. Hani insan çok özleyince, bir sol anahtarı kadar yalnız ve anlamsız kalıyor ya, sanki bu koskoca evrende, bu kadar gürültüye rağmen üstelik, yalnız.. Oysa ben, ömrümün geri kalanında duyup duyabileceğim tek ses, senin sesin olsun istiyorum. Ben seni görebildiğim zamanlarda içime çektiğim o derin nefeste boğulmak istiyorum. .
Yanmaya ellerimden başlıyorum. Nereye koysam oraya yakışmayacaklar çünkü. Nereye saklasam, sanki emanetmiş gibi duracak. Biliyor musun seni ellerim olmadan da sevebilirim ben. Evet yapabilirim bunu. Ama dokunabilseydim, biliyorum buzlarım çözülecek, biliyorum bir daha bırakmaya cesaret edemeyecek kadar korkak kalacağım. Ama olsun böyle iyi. Aferin ellerime.
Aferin ellerime ki bunca zaman yazdıklarım anlaşılmaz olsun diye için çırpınıp durdular. Şimdiyse beni sana anlatabilmek için çırpınıyorlar. Tam bir yıl olmuş seni mucizem olarak kabul edeli. Şimdi asıl mesele seni de buna inandırabilmekte. Çünkü ihtimaller üzerine kurulu yaşantımın en güzel mucizesisin sen benim. Sakın vazgeçme.
.
.
Sana yazmak gerçekten zor biliyor musun. Beynimdeki bütün hücreler seninle meşgulken, başka bir şey düşünememeye o kadar çok alıştım ki, o kadar çok alıştım ki…. (buradan sonrası yok) Bak yine aynı şey oldu.